Sunday, December 6, 2009
Wednesday, November 25, 2009
Sunday, November 22, 2009
Friday, November 20, 2009
Anladım
”Sana ihtiyacım var, gel! ” diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ”git” dediğimde anladım..
Biri sana ”git” dediğinde, ”kalmak istiyorum” diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ”affet beni” diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
CAN YÜCEL
Friday, November 13, 2009
Limon
Sunday, November 1, 2009
Çanakkale
Hilal ve Burak'ın düğünü için beş arkadaş -iki araba- İstanbul'dan yola çıktık. Çanakkale'ye gitmek için Avrupa yakasını kullanmak gayet uygun. Yollar da gayet güzel. Tekirdağ'dan sonraki yollar hız yapmaya -kaza yapmaya- çok açık o yüzden sık sık polis kontrolü yapılıyor. Bazen dümdüz gidiyor yol. Hani anliyorum dumduz bos yolda hız yapmamak ayri bir sabir. Ama arkadas "sen diresiyonu tut, ben GPS'e bakacagim" da denmez ki! :) Ben yan koltuktayim bu arada. Caglar da direksiyonda! Bir terslik yok mu bu iste? :)
Diger araba Gelibolu üzerinden feribota binerken, biz de Çağlar ile Kilitbahir'deki feribotu kullandık. Kilitbahir'den Anadolu yakasına geçmek için Eceabat'a kadar gitmek gerekiyor fakat Kilitbahir'deki feribot da sık ve karşıya geçmek sadece 10-15 dakika sürüyor. Toplam yolculuk 4-5 saat sürdü.
Diger araba Gelibolu üzerinden feribota binerken, biz de Çağlar ile Kilitbahir'deki feribotu kullandık. Kilitbahir'den Anadolu yakasına geçmek için Eceabat'a kadar gitmek gerekiyor fakat Kilitbahir'deki feribot da sık ve karşıya geçmek sadece 10-15 dakika sürüyor. Toplam yolculuk 4-5 saat sürdü.
Çanakkale'ye vardığımız da Çağlar'la ikimizin karnı iyicene acıkmıştı. Erkek tarafı bir güzel yemek hazırlarmış gelen misafirler için. Çorba, tavuklu pilav, haşlama et, yoğurtlu kabak ve helva. Gayet güzeldi ve bir güzel yedik. Sonra kalacağımız otele geçtik.
Çanakkale Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi - Uygulama Oteli'nde rezervasyon yaptırılmış bizim için. Daha önce hiç uygulama otelinde kalmamıştım. Hatta uygulama otelini ne bilmiyordum :) Öğrenciler otelde çalışıyorlar. Fiyat ve temizlik olarak fena değildi. Geceliği 27.5 liraya kaldık. Ama kahvaltısı güzel değildi.
Çanakkale merkezinde sahil kenarında çay bahçeleri var. Aslında her yerde olmayacak türde olduğu düşünüyorum çünkü masaların bazısında bira var bazısında insanlar çay içiyor. Genelde ikisi aynı anda satan yer bulmak çok kolay olmuyor.
Akşam olunca merkezdeki Anafartalar Oteli'nde düğüne gittik. Bol bol oynadık, gobekleri attik ve çok da eğlendik desek gayet yerinde olur. Gerçi çorba parası diyen çok oldu Burak'a :)
Ertesi sabah, öğrendiğimiz üzere Çanakkale'nin peynir helvasını en iyi yapan yeri olan meşhur Kadir Usta'dan peynir tatlısı aldık. Daha sıcak sıcak çıkmıştı (10 gibi). Dönüş yolunda da Çağlar'ın "yiyebileceğin en iyi köftelerden biri yiyeceksin şimdi" diyip, Tekirdağ'da Özcanlar'a uğradık. Oh mis gibi.
Mutluluklar Burak ve Hilal'e...
Thursday, October 29, 2009
Gün
Bugün güzel bir gündü.
Annemin yanaklarından öptüğüm gündü bugün. Doyasıya kucakladığım gün hem de. Aşık olduğu günü ve nasıl sigaraya başladığını anlattı. Bol bol konuştuk. Ben anlattım o anlattı bugün.
Hem sonra babamın gençliğinden anılar anlattığı gün de bugündü. Ağaçlardan bahsettiği, ağaçların gölgelerin unutulmadığını söylediği, artık içmediği şarabı, küçükken okulda yakaladığı kargayı anlattığı gündü. Sonra bir kitap okumuş babam, anlattı bir güzel bana.
Ayrıca ablam ile birlikte uzun zamandan sonra bugün baş başa yemek yedik. Ablamı salata yemeğe ikna ettiğim hem de az zamanda çok konuştuğumuz gündü. O elbiseleri denerken ona bu daha güzel veya bu senin seçimin dediğim gün de bugündü.
Ediz abiyle karşılıklı bira içerken oturup film seyrettik ama sonunda da pek beğenmedik ikimizde bugün.
Batu ah, ne şanslıyım ben! İşte Batu'ya zıplamayı göstermeye çalıştığım gün bugündür. Birlikte zıplarken onun her seferinde popo üstü oturup, tekrar gülüp tekrar benimle birlikte zıplamaya çalıştığı gün işte. Oyuncaklarından bir tanesini parmağımın ucumda dengede tutmaya çalıştığımda bana oturduğu yerden kahkahalarla güldüğü ve birlikte çikolata yediğimiz gün de bugündü. Unutamam o kahkahayı hiç...
Bugün güzel bir gündü.
Tuesday, October 6, 2009
Uzaklığım ve Uzaklığınız
sana kızmak ama bağıramamaktır her fotoğraf.
ellerimin titremesidir resmindeki her siyah çizgi.
iyi ile kötü arasında bocalamak, çırpınmak içimde;
iyi ile kötü arasında bocalamak, çırpınmak içimde;
haykırmaktır sana kükrercesine
gece karanlığı, gündüz gölgeleri
ya da
şarkılar söylemektir, anlatmaktır sana sessizce
gece yıldızı, gündüz güneşi.
Thursday, October 1, 2009
Sunday, September 27, 2009
Haydarpaşa
Gaziantep icin tren bileti aradim. Bulamadim.
Bu fotograflarin ardindan 2-3 yil sonra, Haydarpasa'nin artik yavastan tarih olmus olacagini gormek dusundurucu.
Neyin "son defa" oldugunu asla bilemiyoruz.
http://gundem.milliyet.com.tr/haydarpasa-dan-son-tren-kalkiyor/gundem/gundemyazardetay/28.01.2012/1494830/default.htm
07.02.2012
----------
Bu fotograflarin ardindan 2-3 yil sonra, Haydarpasa'nin artik yavastan tarih olmus olacagini gormek dusundurucu.
Neyin "son defa" oldugunu asla bilemiyoruz.
http://gundem.milliyet.com.tr/haydarpasa-dan-son-tren-kalkiyor/gundem/gundemyazardetay/28.01.2012/1494830/default.htm
07.02.2012
----------
Friday, September 11, 2009
Umut
Bu fotografı bir amaç üzerine çekmiştim. Amacım uzaklardaki bir arkadaşım için bir an yakalayıp ardından ona kartpostal gibi yollamaktı. Çok fazla vaktim yoktu ve güneş batıyordu. Sonra derenin kenarında balık tutanları gördüm. Bekliyorlardı. İşte o yüzden bu fotografın ismi "umut". Sanırım uzaktaki birine göndermek için anlamlıydı.
"Söz sessizlikte, ışık karanlıkta, yaşam ölürken; bomboş gökyüzünde uçarken parlar atmaca"
Yaşamaya Dair
yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
"yaşadım" diyebilmen için...
NAZIM HİKMET
Saturday, August 29, 2009
Thursday, August 27, 2009
Bağlanmayacaksın
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o’nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini…
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak…
CAN YÜCEL
Bir arkadaşım mail atmış. Daha önce okumamıştım.
Monday, August 24, 2009
Sevda
Sunday, August 23, 2009
Ortaköy'de Bir Gece
Ortaköy'e gittim bugün.
Orada, once birbiri etrafında dönen iki ateş vardı.
Dönüyorlar, parlıyorlardı.
Sonra, öyle hızlı dönmeye başladılar ki
bir çember vardı artık.
Dokunuyorladı birbirine.
Görüyordum.
Yanıyorlardı harlı harlı.
Duyuyordum.
Güzellerdi.
Evet güzellerdi.
Bir kız geçti önümden elinde eski bir şapka ile.
Baktı bana öylesine,
Sadece teşekkür edebildim.
Utanmıştım sanki bütün bunları izlediğim için.
Ne diye teşekkür ettiğimi bilemedim.
Sonra ansızın ateşlerden biri yere düştü.
O görkemli dönüşün rüzgarı onu alıp götürmüştü.
Sadece duman kalmıştı yerinde.
Tek bir ateş vardı artık.
Ateşçinin, sopayi döndurmekten vazgectigini gördüm.
Sopanın bir ucunda hızla dağılan dumanı gordum.
Diger ucunda ilk defa bir ateşin korktuğunu gördüm.
Ateşçi dudaklarını tek kalan ateş'e yaklaştırdı,
Üfledi.
Basitti.
Sadece üfledi.
Seyircilerin alkışlamak için ellerini kaldırdigi gordum.
Urperen, usuyen, ve ardindan titreyerek sönen bir ateşi gördüm.
Gösteri bitmişti.
Ateşçi selamını verdi.
Seyirciler alkışladı.
Ateşçi sopasını yere bıraktı.
Seyirciler dağıldı.
Şapkalı kız yanına gitti ateşcinin.
Ateşci sıcak bir öpücük verdi şapkalı kıza.
Mutlu görünüyorlardı.
Ateşçi sarıldı şapkalı kıza.
Şapkalı kız gülümsüyordu ona.
Cebimden bulduğum bozuk paraları elimde tutuyordum.
Ettiğim teşekkürden utanıyordum.
Toplanmaya başladılar.
Ateşci sopasını aldı. Şapkalı kız ile yola koyuldular.
Kalabalığa karıştıklarını gördüm.
Kalktım yerimden.
Bakındım. Gitmişlerdi.
Bugün,
Birbine dokunabilen ateşleri gördüm.
Birbirine aslinda hiç değmeyen, değemeyen ateşleri gördüm.
Sönen bir ateş, korkan bir ateş ve seven iki insan gördüm.
Subscribe to:
Posts (Atom)